Kadın

YDK Aktivisti | Bir kitap ile konuşmalarım

"Tente Rosa’nın kendine ve yazarın Tente Rosa’ya dair tanımlamalarıyla karşılaştım sayfalarda. Sonra ben de başladım tanımlamalar yapmaya. Tente Rosa için yaptıklarım şöyleydi; en başta kendini seven ve tanıyan bir kadın"

Daha kitabı yeni okumaya başlamıştım ki, Funda Soysal’ın (Sevgi Soysal’ın kızı), “Tente Rosa’da, okuyan her kadına tanıdık gelen bir kadınlık hali vardır; Tente Rosa, sanki kadınlığın kimliğe bürünmüş halidir” şeklindeki tanımlamaları, benim kitabı okuma isteğimi daha da alevlendirdi. Bakalım bana hangi kadınlık halleri tanıdık gelecekti…

Kitabın içerisinde ilerlerken, aslında meselenin, kendinde bir şeyler bulmak değil, o bulduklarınla bir sorgulama sürecine yönelebilmek olduğunu anladım. Sanırım bu yüzden olsa gerek, kitabı iki kez üst üste okudum. Kimi yerlerde yüzümde bir gülümsemeyle, hem Tente hem kendimle dalga geçtim, kimi yerlerde ise tüm kadınlık normlarına, dayatmalara lanetler okudum. Tente kabuğunu her kırdığında, düşmüşken her kalkışında gururlandım…

Tente Rosa’nın kendine ve yazarın Tente Rosa’ya dair tanımlamalarıyla karşılaştım sayfalarda. Sonra ben de başladım tanımlamalar yapmaya. Tente Rosa için yaptıklarım şöyleydi; en başta kendini seven ve tanıyan bir kadın. Denemekten hiç korkmayan ve arayışlarından hiç vazgeçmeyen bir kadın. En önemlisi yani tüm bunların temeli, özgüvenli bir insan.

Kafamda bu tanımlamalar olunca bu sefer kendime yöneldim. “Kendim için tanımlamalar yapacak olsam, bu tanımlamalar nasıl olurdu?” Aslına bakılırsa üstüne bayağı düşünmem gerekti ve fark ettim ki daha önce hiç böyle bir sorgulama sürecine girmemişim! Elbette birkaç şey buldum. Mesela sürekli hatalar yapan ve onları düzeltmeye çalışan bir insan, kontrolsüz ve düştüğünde “arsızca”, “akıllanmadan” tekrar ayağa kalkan bir kadın. Bu tanımlamaları bir kağıda yazdıkça, Tente Rosa ile benzerliklerimizin daha çok farkına vardım. Okuyan pek çok kadının da farkına varacağı gibi…

Tente Rosa’nın deneyimleri belli başarısızlıklar silsilesi gibi gelebilir insana ama aslında başarı ve başarısızlık nedir? Diyalektik Materyalizm, deneyimin en önemli şey olduğunu söyler. Yani başarılarından da, başarısızlıklarından da deneyim kazanırsın. İşte bu yüzden her başarısızlıkta bir başarıdır. Elbette bunun farkında olmak gerekir. Tente Rosa’nın pek bunun bilincinde olduğunu düşünmüyorum. Onunkisi daha kendiliğinden bir direnç. Ama bizler için bu böyle olmamalı. Düştüğümüzde ayağa kalkarken bir de dönüp arkaya bakmak lazım. Hayıflanmak veya geçmişe takılıp kalmak için değil, süreci tekrar gözden geçirip, sebepleri çözümleyip sonra da elde ettiğin deneyimlerle daha sağlam adımlar atabilmek için! İşte bu bilinçle, içimizdeki umut ve inançla kabuklarımızı kırıyor ve birlikte ayağa kalkıyoruz. Bazen bir ilişkiye başlarken kırıyoruz o kabuğu, bazen de tüm bağımlılıklara rağmen bir ilişkiyi bitirirken. Ya da bir mücadeleyi yürütürken, doğru olduğuna inandığın, düşündüğün şeyleri savunurken. Yani yaşarken, yaşamak için ısrarla adım atarken…

Bir “Sizlerle Baş Başa” dergisi var Tente’nin, bile bile inatla inanmaktan vazgeçmediği. Kitapta bu dergiyle her karşılaştığımda, kafamda binlerce “Sizlerle Baş Başa” dergisi canlandı; TV, romanlar, sinema filmleri, insanların bizlere dayattıkları vs. yani, bir bütün ataerkil sistemin ta kendisi ve onun her bir aygıtı. Hele de daha yeni okumuşken “medya” dosya konulu dergimizi… Tüm bu “Sizlerle Baş Başa” aygıtlarının bizlerdeki yansımalarını tartıştım kafamda. Mesela özellikle duygusal ilişkilerimizde neden her seferinde beklentilerimizi yüksek tuttuğumuzu, çoğu kadının verili yargılardan sıyrılamayıp “normal” yaşam içinde sıkışıp kalarak, hiç istemediği bir hayat sürdürmek zorunda kalmasını… Bu yansımalar özellikle yaşam içerisinden pek çok örnekle somutlanabilir.

Peki biz en son hangi kabuğumuzu kırıp “asilik” yaptık? Bu pratiğimizden sonra ne gibi yorumlarla, baskılarla vs. karşılaştık? En önemlisi, nasıl deneyimler kazandık? Cevabı bulmakta zorlanıyorsak veya cevabımız “çok az” ya da “hiç” ise, neden korkuyoruz kabuklarımızı parçalamaktan? Bizi alıkoyan iç ve dış etkenler neler? Korkmadan denemek, kendini, mutluluğu aramak, ilerleme gücünü kendinde bulmak… Tüm bunları yapabilmek için ise kendini sevmek, kendine güvenmek.

Neden biz kadınlarda bu kadar az ya da bu kadar zor bulunan özellikler bunlar? Cevap: İçimizdeki gücün farkına varmak istemiyoruz ve hep baskı altında tutuluyoruz! İçindeki gücün farkına varan kadın “şeytan”dır! Çünkü erk sistemlerine karşı en büyük tehlikedir. Dizlerinin bağını çözmeye, ellerini ayaklarını titretmeye yeterlidir bu “şeytan” kadınlar…! Sarsılmaz dedikleri o büyük “kağıttan kaleleri” yerle bir edilir kadınların bir üflemesiyle…

Kafamın içerisindeki tüm bu tartışmalar, cevaplar, sorular vs. ile kitabı elimden bıraktığımda, işte, dedim. Kocaman bir deneyim daha! Sonra gittim ve kendime bir bardak soğuk kahve ısmarladım. Sadece durup bir kitap okurken veya bir kağıt ile kalem tutarken bile onlar için ne kadar tehlikeli olduğumuzu düşünüp kıs kıs güldüm…

(Tutsak bir YDK’lı)

Daha fazla göster

İlgili Makaleler

Başa dön tuşu